29 Eylül 2014 Pazartesi

Bir Turna Olsan?

Nereye uçarsın hı?
Nereye konarsın?
''Değer be, uçup gideyim kanatlarımı çırpıp, bitap düşene kadar oraya.'' dediğin bir ora- var mı düşünsene...
Hayır hayır, o hep söylenen 'kalabalık içindeki yalnızlık' gibi klasik bi söyleme çekmeyeceğim seni söz. Önemli olan, yalnızlık içinde kalabalık yaşamayı başarabiliyor musun, sen ondan söz et bana.Yanımda yoklar ama hep aklımda diyebileceğin, aklına geldiğinde gülümsediğin insanlardan söz ediyorum evet. İçindeki masalda rol verdiğin kişiler işte anlasana.
Eğer, doğduğun eve sık gidemiyorsan, doğduğun evde yaşadığın her şeyi, herkesi masalsı bir tatla yanında yaşatırsın.
Eğer çocukluk mahallenin yerinde yeller esiyor, yerini devasa binalara bırakmışsa, tüm tanıdıklarını masal kahramanın yapmışsındır.
Bebeği eskimesin diye hep benim bebeğimle evcilik oynayan kızı hatırlıyorum mesela, Leyla. Bencil miydi neydi bilmiyorum, her oyunda anne o olurdu ve ben çocuğu olmayan komşusu olurdum hep:) Onun da topu vardı çok güzeldi hatırlıyorum neon renklerinde. Bir kaç kişi bir araya gelsek ve havaya atıp isim söylenen bir oyun vardı neydi adı hatırlayamadım şimdi, aa neydi acaba:) Neyse işte, eğer onun canı istemiyorsa oynayamazdık, getirmezdi. Topu olmasından mı ne, bi otoriter, bi bi bi her şeyi bilir havalarda olmasından mı ne, biraz da yaşının büyük olmasındandı galiba, bir üstün yanı var gibi gelirdi bana hep, getir dediği şeyi getirirdim evden alıp mesela hatırlıyorum:) Kilim derdi hop kilim isterdim babaannemden, fincan derdi fincan alır getirirdim bahçeye. Hüp hüp içerdik numaradan:)) Akşam dağılırken canım çıkardı onları toplamaya:)
Bu yaz çok evcilik oynadım ben çocuklarla. 4, 5, 8 yaşlarında üç kız:) Hep onlar anne olmak istedi, hayret:) Bana da kızları olmak düşüyordu tabii! Mamma, mamma diyordum acıkınca, ıyyy o plastik biberonlerı nasıl gerçek bi süt varmış gibi rol yaptığımı anlatamam. E böyle böyle hep evcilik oynayınca onlarla, mantıken kabul mü ettiler ne, bir gün Nesli sordu, sen büyüyünce evlenecek misin diye:)) Hem de bir sürü insanın içinde!
- E ama ben eviliyim ki:)
- Ama karnın şiş değil senin, bebeğin  de yok!
Eeee olacağı buydu , bulaşık deterjanıyla köpük balonlar yaparsan çocuklarla!
:)
Oyun işte ismi, kurmaca kısaca.
Hayatını kurgulayamıyorsan, bazen fire veriyorsa hayat, eski kahramanlarını hatırlarsın böyle.
Kolay ki...

T.

21 Eylül 2014 Pazar

Yapmadık da Ne Oldu?

İnsan hasta olmazmış, hastalığı kendisi çağırmazsa.
Ateş seni yakmazmış, sen ateşten korkmazsan.
Korku seni teslim almazmış, korkuyu kalbinden söküp atmazsan.
İstediğin her şeyi yapabilirmişsin aslında, yapmak istediğini tüm dünyaya büyük harflerle yazıp ilan edebilirsen.
Ağaç, sana coşkuyla sunarmış meyvelerini, ilk meyvesini izin isteyip de alırsan.
Ve orman,
Orman seni güneşin bütün haşmetinden, kavuruculuğundan koruyacak tek kaleymiş,
Ağaçlarının yanından geçerken göz ucuyla selamlarsan.
Sevgi şifa, şifa da sevgiymiş aynı zamanda. Sen sevgiyi endişeyle harmanlamazsan.
Bunları bilemezsen,
Öfkeyle istek, endişeyle heyecan ve nihayet umutla mutluluk birbirini yer bitirirmiş.
Ve sen hiç anlayamazmışsın; sebep aslında hep sensen
Bakama ama gör, dokunama  ama hisset, konuşama ama duy, gideme ama orda ol, söyleme ama anlat varmış hayatta.
Ölüm bile bir varmış bir yokmuş; onu bir veda, bir yok oluş  görmezsen …
Sen peki?
 Bakmadın, dokunmadın, konuşmadın, gitmedin ve hatta söylemedin ne oldu?
Yapmadın da ne oldu?

Ya da daha güzeli, yapmadık da ne oldu? 
AtayaG.

20 Eylül 2014 Cumartesi

Kıtt a durr!

Off bu sesi liseden hatırlıyorum, asker olacakmış da olamamış bir Beden Eğitimi hocamız vardı, ne severdi bu komutla bizi zırp pırt durdurmayı ne ne ne:) Sola dön, sağa dön demekle ne yapmaya çalıştığını aklim almazdı bir türlü! Sanki sağımızı solumuzu bilmiyorduk! Mantıksızlık.

Aynı duyguyu yaşadım ben bu yaz, ailenin yeğen tayfasından askere uğurladığımız Musti için gittiğimiz Isparta'da. Yemin törenine bir gidişimiz var, sanırsınız ki sülalece yemin edicez, valla dicez komutana, valla billa dicez bu çocuk yeminle size iyi asker olacak!

Hoş olsa neee olmasa ne, bizim oğlanı komutan sevmiş çok, dediğine göre çayını bile ondan istiyormuş:)) Bak sen sevinerek anlattığı şeye:)))) Yahu annen seni komutana çay götür diye mi büyüttü, sen Teknik Üniversiteyi askeri çaycı ol, hatta oldum diye sevin diye mi okuttular hı?:)

Biz üç araba gidiyoruz Isparta'ya, bizde keyifler iyi tabii, seyahat muamelesi yapıyoruz bu işe ama anne biraz tedirgin, kurada iyi bir yer çekse diye dualar ediyor. Molalarda 12 kişiyiz ve ailedeki askerlik yapmış tüm erkekler, iyi yer yoktur iyi komutan vardır şeklinde yorumlar yapıyorlar. Ne komutanmış arkadaş, askere askerliği dar edenler onlarmış meğer! Siparişlerini almış babası oğlanın, kahve götürüyoruz bir de termos mug, birer adet de komutanına tabii:) Mmmm bu komutanlık iyi iş galiba, memleketin her yerinden böyle şeyler gidiyorsa:))

Uuuu bizimkiler başladı anlatmaya, yok ben piyadeydim, yok ben jandarmaydım der öbürü, yok kısa dönemi, uzunu filan filan. En mıy mıy, ne zaman görsem uyuklayan Ender amca bile bi heyecanlı, bi enerjik anlatıyor ki her detayı, anladım ki erkeklerin yüzden doksanının en çarpıcı anıları askerlik anıları. Kalan yüzde onluk dilimde de genç erkekler ve yaşlı olanlar olarak ikiye ayırırsam, sonuç ne olacak tahmin etmeye bile gerek yok;
- Ne kızdı abi yaaa şöyle şöyleydi şusu, böyle böyleydi busu. Su gibiydi bakmaya kıyamazsın.
( bu genç kanat)
- Bol su da içtiğim yok ama sık sık gidiyorum, yine de bi damla!
( bu da yaşlı kanat)

Biz peki, uuuu bize konu mu yok, yemek yeriz anında nasıl yaptığımızı konuşuruz, güneşte yanarız, izsiz nasıl yandığımızı anlatırız, yok saçtı, yok manikürdü nerede kim iyi konuşuruz, anlatmıcam şimdi ama erkekleri konuşuruz:) Bize konu gani gani:)

Fazzo anne sordu bana, üstümü değiştirecek miymişim otele varınca. Kibar kadın, diyemiyor tabii şortla gitmesen diye:) Gider miyim!!??:) Onca askerin içine:) Neydi ne Allah muhafaza:)

Hepimiz alelacele bi duş alıp giyindik yarım saat içinde gittik Alay'a. Hiiii, bunların alayı birbirinin aynı, herkes boynuyu uzatıp inceliyor kendi askerleri kim hangisi diye:) Mümkün değil bulmak. Kulakları bile yanmış yazıkk ya:)) Bizimki şurda diye bağırdı babası 'kara göründüüüüüü'' nidası gibiydi aynen. Baktık hepimiz sağ tarafa, boyu uzun olmasa var ya asla bulamazdık aslaa:) Mustiiii heey diye cıyavladım ben tabii de sonra utandım biraz, ciddiyetsiz mi kaldım ne:))

Ayyy yaa, nasıl zayıflamış. Bu sıcaklarda zayıflamaz mı insan. Boşuna gülden yağ çıkarmıyor bu Ispartalılar. Her şeyin yağı çıkar burda herrr şeyin!:)

Pattada puttada sert adımlarla geldiler önümüze. Komutan bağırdı;
Kıttt A durrr!.
Raaat!
Sonunda bıraktılar da kavuştu askerler ailelerine, ayy annesi ayy, nasıl ağladı inanamıyorum. Ben çok etkilendim. De ağlamadım hemen de eşlik etmek tetiklemek gibi olmasın diye. Havayı dağıtmak için sadece, 'Mustiiii askerlik bitince de bize çay yapacaksın ha' dedim:)))

15 Eylül 2014 Pazartesi

BAŞLIKSIZıntısı

Aylar sonra merhaba Gizlikoza'ya,
Ne bu suratın, yere düşen bin parça? Yazmadım diyeyse, mazeretlerim vardı.
Eveeet, biliyorum mazaret sunmayı tabii ki. Öğrencilerimden biliyorum, toplantılara geç gelenlerin daha kapıda söylediklerinden biliyorum. Biliyorum da biliyorum işte!
- Alarma güvendim...
- Büyükdere kavşağında kaza vardı, trafik kilitlendi...
- Muhasebeye uğradım, özür.
- Afedersiniz geciktim. ( En akıllı olan bu. En azından mazeret yok)
Eee, şimdi sana ne dememi bekliyorsun? Akıllıca davranıp senden özür dilesem yetmez mi, yazamadım sana işte.
Bi dolu vedalar yaptım bu arada ben, sevdiğim yerlere üstelik ve sevdiğim kişilere...
Yok yok, anlatmıcam sana bunları, gerek yok. Geçti hem:)
Sana döndüm işte anlasana, asma artık yüzünü:) Hadiiiii gülümse bi,
Heh tamam:))
İnsan var ya, anlıyor biliyor musun büyüdükçe diğer insanların hallerini. De garipsemiyor eskisi gibi:)
Hani hep şaşırırdım ya, kızınca öfkelenen, etrafa bağırıp çağıran ve hatta duvara bile olsa yumruk atan insanları görünce, nasıl derdim, nasıl yapabilir bunu, şaşardım. Duvar sonuçta vurduğu ve canı acıyan da kendisiyken hatta:) Şaşırmıyorum artık. Anlıyorum ki bu da bir rahatlama yöntemiymiş.
Ben de buldum tuhaf bir yöntem:) Söylemicem:)
Görüşmek üzere...
Bu yazı sana yazıldı,
 TırTılllll, sana diyorum sana:)

12 Mart 2014 Çarşamba

BÜYÜyemeyen ÇOCUKLARA...


Böyle büyümemeli çocuklar, böyle devleşmemeli... Çocuklar kendiliğinden büyümeli, anne koynunda, baba kucağında...

7 Mart 2014 Cuma

Bir Merhaba Öncesi

Ne kadar çabaladığımı tahmin bile edemezsiniz, nasıl mücadele ettiğimi, kimlere dirsek atıp hangilerine çelme taktığımı...
Beni başlarda kabul etmeyen  daracık bir kabın içindeyim, kabin mi demeliydim bilmiyorum, henüz o kadar geniş bir dağarcığa sahip değilim... O da olacak...
Bugüne kadar nasıl da yolundaydı her şey. Karanlıktı gerçi. Hiç bir şey görememek bir yana, olanın bitenin farkında olup, bir şey yapamamak da cabasıydı. Yine de memnundum hayatımdan. Oysa buna hayat demiyorlar henüz. Hayat kapısında beklemek, üstelik de nelerin beni beklediğini hiç ama hiç bilememek...
Düne kadar, kendimi öyle ya da böyle kabul ettirmiştim huzur kundağıma. Eyy kundak, neyi yanlış yaptım da itiyorsun beni dışarıya, görmez misin soğuk bir zemheri ayazı dışarısı, hiç mi insafın yok senin!

Sular çağladı önce, tutunamadım bir yere, ellerimi kapadım yüzüme. Heyhat, suya karıştı kan, göz gözü görmüyor... Gidiyorum... Gidiyorum.... Çığlığıma sevinenlerin dünyası bu! Sevinmeli miyim?
Gözlerim kamaşıyor ışıktan, uyumak istiyorum yeniden, her yerim ağrıyor. Bir ses, bir çift göz, bir yumuşak el...
- Merhaba, nihayet geldin...
- Sen de kimsin?
- Ben annen, bak baban da burada.
- Memn...
‘’Acele etme memnun olmakta. Ne göreceğini bilmiyorsun. Çok sınavdan geçeceksin…’’ dedi bir ses…

 TırTıl

28 Şubat 2014 Cuma

HERKES GİBİSİN

Bir şiire, aradan iki yıl, tam iki tane 365 gün geçtikten sonra neden devam edilir? Bilmem... Etmiş Nazım Usta...

HERKES GİBİ


Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.
 
Temmuz 1920


(Şiirine yukarıdaki satırları eklemiş usta. 1918'de yazdığı kısım şöyle;)

BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN
 
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin


Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin 
------------------------------------------------------------------------------------------------------------


                                                  Her kimse'ye, ya da herkes'e...

TırTıl

22 Kasım 2013 Cuma

Öyle Her Yere, Iııh!

Yazmıcam öyle her yere! Kötü, fena, kalbi kara insanlara! Bu harfler nasıl diziliyor yan yana biliyor musunuz siz! Ohh, oku mis gibi yumuşak( ya da sert) koltuğunda, burnuna parmağını sok gören yok , böyle dişlerini çıt çık yap keyfince, sonra bir yere gelince a-ha da beğenmedim de çiz koca yazıyı! Kolay tabii sana.

Yazmıcam öyle her yere! Kos kocaman duyguları olan insanlara yazıcam ben bekle sen! Yok, dünyayı filan kurtarmıcam da, izin de vermicem kelimelerimi çiğneyip çiğneyip yere tükürmelerine!

Burası benim yerim, burada anlatıcam içimde coşanları, burada ağlıcam bööğ böğ, ağlamam geldiyse. E geliyor arada napıym! Şimdi mesela... Elalem fingir fikir az içmiş, başı hoş otel koridorlarından geçiyor odasına. Ben? Ya ben? Kenarı yırtılmış kağıt fener gibiyim. Ulaşacağım KİMse ulaşacağım yerde değil. Çünkü ben yerimde değilim.Çök dibe çök çök çök TırTıl, sürün yerlerde. Ya da dök içini işte böyle, gel git oku; ''n'olmuş da ben böyle yazmışım?'' dersin günler sonra...

24 Eylül 2013 Salı

Son Bakış

Adetim böyle benim. Giderken son bir bakarım.
Baktım şöyle bir. Yanıma alsam mı şunları da diye içimden geçirdim.
Ne lazım olacak ki, kalsınlar dedim sonra.
Kendime baktım tam çıkarken . Üstüme başıma baktım, elimle saçlarımı düzelttim, düzgündüm, sanki biraz da üzgün.
Sonbahar ya ondan olsa gerek, içimde de garip bir hüzün. Erken mi acaba diye saatime baktım, hayır değil, hatta tam zamanı. Çıkmam gerek.
Bu acele, bu zamansız, bu pürtelaş çıkışlarımda hep elim ayağıma dolanır. Sanki bir şeyleri unutmuşum gibi bir garip his var içimde. Aman alma, alma ne yapacaksın ki boş ver, boşu yine sen dolduracaksın, dedi içim..
Yine de bir son bakış attım. Arkana bakma dedi, içimden bir ses, oraya gitmiyorsun...
TırTıl

22 Eylül 2013 Pazar

Ateş & Kül

Yes, I know from where I came!   
Ever hungry like a flame, 
I consume myself and glow. 
Light grows all that I conceive, 
Ashes everything I leave: 
Flame I am assuredly. 




Geride bıraktığım ne varsa kül,
Ateş benmişim demek ki...
(Nietche)

10 Haziran 2013 Pazartesi

CUMHUR; nİhaYET, Cumhuriyet; İLELEBET

Bir ev düşünün. Anne  yutkunur çoğu zaman, çocukları üzülmesin diye , ''yanlış anlamışımdır, belki öyle dememiştir'' diye, içine atar ve gülümseyen yüzünü esirgemez çoğu zaman yuvasından. Babaya karşı kalkan olan da odur genellikle. Babanın haksız olduğu durumlarda da babayı ezdirmez çocuklarına, ''yorgun bu aralar''  der geçiştirir. ''Ama, ama ama ama anneee'' nidaları yükselir evde. Huzur git gide azalır, ama yine de idare edilir...

Ta ki, ta ki bıçak kemiğe dayanana kadar! 
Bir olay, ufacık birşey adeta bahanesi olur bardağın taşmasının. Dağılır, toz dumana karışır. Onca şeye susanların, neden bir olaya bu kadar tepki gösterdiğine şaşarsınız . Ve pısırık sandığınız çocukların, her şeyden uzak tutmaya çalıştığınız yavrularınızın enerjisine şaşar, hayran kalırsınız. Ve artık engellemeye çalışmazsınız siz de duygularınızı...

Ülke de bir yuvadır. Analardan, babalardan, çocuklardan oluşan. ‘’Gençlik nerede?’’ diye bakındığınız, ‘’nerede bizim zamanımızdaki gençlik’’ diye küçümsediğiniz  gençlik, uyanıp yüzünü yıkamıştır. Kah anne babalarıyla, kah yaşıtlarıyla, yılmaz bekçiliğin ne demek olduğunu bildiğini gösterip, rüştünü ispatlamıştır. Ne mutlu…

Annesiyle, babasıyla, ninesi dedesiyle, ve kendi yaşıtlarıyla bütün nesiller iç içe, el ele tutuşmuş bir millet, ağır sözlerin, ağır yaptırımların ve de amacını çok çok aşan ithamların altında daha fazla susamayacağını göstermiştir. ‘’Eeeeeee yeter artık !!!’’'ın ayak sesleri,  Cumhuriyet meydanlarını, ana caddeleri, ara sokaklara bağlamıştır.
Cumhur haklıdır. Cumhuriyet ilelebet demiştir halk... Ata’m sen rahat uyu, bekçileriniz, demiştir Ata’sının gençliği. Heykellerin, posterlerin bir tapınma aracı olmadığını, kalplerde de altın tahtlar kurulabildiğini göstermiştir. İçlerine attıkları çocukluk bayramlarını, çocuklarıyla el ele kutlama niyetlerinin iradesini caddelere taşımıştır yaşı ileri olanlar. Siyasetlerüstü, partilerüstü, dinlerüstü bir yürüyüşte, çıkan ses gençliğin sesi, nefesidir.
Yüzlerine püskürtülen su, nasıl da uyandırdı çocukları…
Babalar, nasıl da gururlu oğulları kızlarıyla…
Peki ya annelere ne demeli? Kızınca da çok güzeller değil mi?
Ne Mutlu…
Kadını, erkeği, çocuğuyla bütün ülke, günaydın çayı ikram ediyor ülkesine, buyrun. Buyrun için. Gün aydın.
Şimdi sıra onları kucaklamada tümden. Dilerim kucaklar açılır, yanlışlar tarihe gömülür.
 Sevgi ve saygılarımla, Ata'ya, sizlere, yılmaz bekçilere ...

23 Nisan 2013 Salı

Laf Lafı Açmadı


Ne biçim Nisan bu, diye düşündü kadın. Az güneş, çok soğuk . İçi titredi, hohladı ellerini birbirine sürterek.
Yine de içerde oturmak istemedi canı, üşüsün hasta olsundu, ne vardı…Aksiydi bugün, her günün aksine…
 Esiyormuş, yağacakmış, üşüyebilirmiş...
 Beni düşünmek sana mı kaldı, der gibi baktı garsona. Ne dedim ki ters ters bakıyorsun, der gibi baktı garson da ona.
Her zamanki gibi mi ? diye sordu garson. Orta şekerli kahve mi yine, der gibi geldi kadına.
Hayır, der gibi baktı kadın.
Nasıl hayır, der gibi baktı bu kez garson.
Öyle hayır işte, der gibi baktı kadın yine.
Ve,
Kahve olana kadar bir çay içeyim, üşüdüm, dedi kadın.
Allah allah, der gibi baktı, garson.
Ne bakıyorsun, der gibi baktı bu kez kadın. Aksiydi işte, her zamankinin aksine…

Saatine baktı sonra. Daha bir saat vardı. Arasam mı, diye düşündü. Vazgeçti. Geç kalsındı daha iyiydi, kavga edecek biri bahanesi olurdu en azından. Çayını yudumladı.

 Karşı masadaki adamın onu izlediğini anladı, çoktandır yapıyordu bunu belki de, o yeni farketmişti. Ne bakıyorsun, der gibi baktı adama dik dik. Adam gülümsedi, ayağa kalktı, kendisine doğru gelen kıza kollarını açtı, öpüştüler. Ne bakıcam sana, der gibi geldi bu hareket kadına. Aksiydi bugün, her zamankinin aksine…

 Oyaladı bir süre kendini, kah izleye bazılarını, kah karıştıra telefonunu. Maillerine bakar gibi yaptı bakmadı, notlarını okur gibi yaptı okumadı. Kafası darmadağındı zaten, baksa da görmeyecek, okusa da anlamayacaktı. Gelse bi arkadaşı, ahh gelse, gelse geçecekti hepsi. Gibi geldi ona. Her zaman iyi gelirdi onunla konuşmak. Ama bugün kararlıydı, hiç taviz vermeyecekti onun kendisini güldürme çabalarına, gülmeyecekti zaten. Sonuna kadar anlatacak, der gibi yapıp demediklerini,  neden demediğini de anlatacaktı arkadaşına. Güçlüsün sen, demesine de aldırmayacaktı, güçlü değildi zaten bugün.

Yanına yaklaşan çocuğu hiç farketmemişti. Ufacık küçücük bir çocuktu, gözleri gülüyordu . Kendine geldiğinde çocuğun kahkahalarla güldüğünü anladı burnunun dibinde. Ona  bakıyordu çocuk.
Ne bakıyorsun bok mu var, der gibi baktı kadın. Aksiydi bugün, her zamankinin aksine.
Evet, bok var, der gibi baktı çocuk, gülerek. Güvercin, dedi, masaya kaka yaptı gitti, dedi. Gülüyordu hala. Aldırmadı kadın. Ne var bunda, der gibi baktı çocuğa. 
Gel oğlum, dedi babamsı bir adam, aldı çocuğu kucağına. O na da, ne bakıyorsun bok mu var, der gibi baktı kadın. Aksiydi işte. Her zamankinin aksine…

Bekledi, bekledi, bekledi kadın. Gelmedi gelecek olan. Gelirdi oysa,  ne zaman lazım olsalar birbirlerine. Eli telefona uzandı kadının, durdu sonra.  Aramadı. Bekledi, bekledi… Geç kaldığı için kavga bile edemedi, gelmediğinden.
Gelseydi; laf lafı açacak, anlatacaktı.
 Laf lafı açmadı. Kadın eve gitti. Akşam da laf lafı açmadı. O da bir laf etmedi.
Aynaya baktı kadın, yatmadan. Neyin var, der gibi baktı kendine. Kendi cevapladı sonra… Boş ver be geçer,  der gibi baktı kendine. Uyudu sonra.
Geçmişti …

TırTıl



6 Nisan 2013 Cumartesi

Hep Aklın Kalacak

Her aklına geldiğinde güleceksin kendi kendine. Aldırmadan güleceksin hem de yanındaki ciddi insanlara. ''Pardon'' diyecek, kendini toparlayacak, ama için için güleceksin aklına her düşüşünde O.
Nasıl da eğlendiğinizi düşüneceksin bir zamanlar; tüm dertlerinizi sümen altına itiverdiğiniz o dakikaları hatırladığında.

Hiç pişmanlık duymayacaksın. Hiç yargılamayacaksın kendini. İçinden geldiğince sen olabilmenin tadını doya doya çıkardığın o anlar için. Teşekkür edeceksin O'na, içinden...
O duymayacak ama bilecek.
O bilir.
Dilinin ucunda duygularının olduğunu, ama söylenecek kelimelerin orada olmadığını bilmez mi hiç?

Öğrendiğin hiçbir şeyin O'nda öğrendiklerin kadar sende iz bırakamadığını görüp hayrete düşeceksin. Her gün, her yeni şeyde üstelik. Belki de bu yüzden kendini hiçbir şey bilmezmiş gibi hissedip çocuklaşıyordun yanında. Şaşırtmaların da, şaşırmaların da hep bu yüzdendi.

Hep aklında kalacak yapamadıkların, şöyle bir bırakıp kendini. Belki de kızacaksın kendine, acabalarının keşkelerine yenik düştüğünü görüp.

Hep aklına düşecek, gülümseyeceksin kendi kendine

Ve hep aklın kalacak...
.

19 Şubat 2013 Salı

Gözüm Sizi Bir Yerden..

    Isırıyor değil mi? Isırıyor da nereden ısırıyor bilemiyorsun tabii. Her sabah sigara almak için uğradığın marketteki kasiyer kızım ben. Her akşam iş çıkışı uğradığın, aldıklarınla evli olduğunu tahmin ettiğim adamsın sen de. Ultra Prima, peynir, süt, pril ve orkid, başka neyle açıklanabilir ki, evlisin sen. Hatta daha ileri gideyim, memursun sen. Bir; giyiminden belli, iki; düzenli akşam geliş saatinden ve sabahları uğrayış, üç; bir şey alırken yaptığın fiyat karşılaştırmalarından ... Daha da ötesi var bildiklerimin hakkında. Annesi aşırı titiz olan bir evin çocuğusun sen. Kasada sana uzattığım her kağıt paranın Atatürk başlarını aynı şekilde gelecek şekilde yerleştiriyorsun cüzdanına, arkadakileri beklettiğine aldırmadan, söylenmelerini duymadan yapıyorsun bunu üstelik. O kadar odaklanmışsın ki o düzgünlük ve simetri işine. Çocukken, ellerini yıkamadan sofraya oturtulmamışsındır, eminim. '' Bak, ellerini yıkamadan oturdun masaya, tuvaletten çıkmadın mı sen şimdi?'' diye azarlanıp durdun değil mi hep.Aslında hiç istemiyordun belki de memur olmayı, ahh o telkinler yok mu, ''Düzenini bilirsin, memur ol en güzeli, alırsın bir de memur kız, çift maaş geçinir gidersiniz.'', dedi baban, kim bilir...

    Bak, neler biliyorum hakkında senin, umurumda mı bütün bunlar? Hayır, asla değil. Düzenli müşterilerim hakkında ne tür çıkarımlar yaptıysam, bunlar da senin payına düşenler. Ama sen öyle misin? Hayır!
'' Sizi bir yerden gözüm ısırıyor.'' ha, bu mu söyleyeceğin şey hakkımda? Ben, bir günaydını, bir iyi akşamları, bir teşekkürü bile hak etmeyen sıradan biriyim senin için değil mi? Sadece senin için değil bu söylediklerim, üstüne alınma sen, diğer bütün hepsi, hepiniz böylesiniz. Ben görünmez iş yapanım, gözüne bakılmaz, gülümsenmez ve hatta konuşulmaz bir para alan, para üstü veren biriyim sana, size ve hepinize.

    Gözüm sizi bir yerden ısırıyor, ha! Hem bir şey söyleyeyim mi sana; Göz ısırmaz, görür, görür. Bakarsa tabii...

18 Şubat 2013 Pazartesi

Ne Bilinçmiş ki altı bi dolu bi dolu şey

Böyle bir şey demek ki bilinçaltı dedikleri. Küçükken sana ne yapılıyorsa büyüyünce ya sen yapıyorsun ya da teşvik ediyorsun birilerini menem bişeymiş gibi ( ne menem var da menem yok mu ki, neyse)

Bizimkiler, niye bilmem sık sık boyumu ölçerlerdi benim, uzamayacak mı sandılar nedir. Bizimkiler dediğim babaannem yapardı daha çok, ay geçmez bir duvara yaslardı beni, eli başımın üzerinde, bir çizik atardı duvara kalemle, yanına da günü, ayı ... Soyun diğer yarısını çok da iyi bilmediğinden, uzayacak mı bu kız telaşındaydı sanki.

 Babam, zayıflığımdan galiba, en çok kilomu tartardı. Ne zaman bir yere gitsek birlikte, ''bir de burada tartalım seni'' der bi bahaneyle aspirin maspirin de alarak bir eczaneye sokardı beni.Çocukluk ya, biliyordum ki tartacak  illa ki, ben de bi hırka bi bişey ekstradan giyerdim, yarım kilo yarım kilodur diye. Otuz, otuz buçuk, otuz bir... Sanki bi suç işlemişim gibi önüme bakar çıkardım hep, olmuyor olmuyor. Yiyordum yiyordum yiyordum da '' yaramıyor bu kıza'' ne demekse yaramıyordu yediklerim. Hele beni uncu bir amca vardı,Tahsin Bey, Mecidiyeköy'de şimdiki Kanal D binasının bir alt sokağı mıydı neydi hatırlamıyorum tam, oraya sokmuyor muydu, bir iki sohbet muhabbet Tahsin amca'nın başımı okşaması filan bitince, '' hadi bi tartalım seni'' faslı! Oldu işte babacım oldu , buydu değil mi asıl şey... Çıkarırlardı beni o o un çuvallarının tartıldığı koca şeye. İlk basınca sallanır hafiften, durur sonra. Kuş gagası gibi iki şey birbirine denk durunca asıl kilon çıkıyor kantarda. E dün de 31 dim ki allalaaa. Daha çok yersen büyürsün tatlı kızım. E yiyordum ki, yiyordum.

Bunun avantaj olduğunu ilerde anlayacaktım ama o zamanlar epey bir dertti bana. Ve bu nasıl bir bilinçaltıysa, hala bana '' ayy kilo mu verdin?'' dese biri, bir hafta kendime gelemem, etkilenirim. Marazi birdurum gibi. Hani ergenlikte çok şişman olan kızlar, ilerde zayıflasalar bile hala kendini şişman sanırmış ya, bu da öyle bir takıntı gibi işte. Hep onların yüzünden. Yiyor yiyor yaramıyor buna. Tuhaf ve garip alışkanlıklarım da hep o zamanlardan kalma işte. Yemek yerken hala su, kola, ayran hiç bir şey içmem, içemem ben. Onlarla karnım dolar, az yerim diye.

Bu zaafımı bilenler hep takılır, zayıfladın mı sen biraz. Hayır yaaa! Ben de şimdi çocuklara yapıyorum aynısını. İstemiyorum aslında ama elimde değil. Bir ölçme biçme merakı gidiyor. Onlar da şikayetçi aslında.'' Ye bebeğim ye, bak Arıkan nasıl yiyor gördünüz mü, böööyle açıyor ağzını::))''
- Ama anneee Arıkan da dana gibi yaa:)
Suss. Konuşulmaz öyle:)
Elimde değil...

17 Şubat 2013 Pazar

Ben Anlarım


Bir kırlangıç ol, gel pencereme,
Varsın olmasın kanadın kolun.
Altı aymış ömrün,öyle mi?
Kalamazmıssın çok, kime ne?
Suçluymussun, kırıkmış kanadın kolun,
Bakamazmıssın yüzüme, öyle diyorlar..
Kızgınım çok,kırıldım çok,
Doğru diyorlar..
Buz gibi suda yakmışsın beni..
Hem donmuşum,hem yanmışım,öyle mi?
Geçer demişsin, yine mi?
Bak yüzüme,.bak hadi,,ben söylerim,
Bir kırlangıç ol,gel pencereme,
Konacak mı,gidecek mi,ben anlarım…
Olacak mı ölecek mi,ben söylerim…
TırTıl

8 Ocak 2013 Salı

Sende Saat Kaç?


Hangi belirsiz mevsimin ,ne zamanı orda şimdi?
Çilek olabilir mi mesela, ya da kiraz zamanı
Güneş ısıtıyor olabilir mi sizin elleri?
Kar beyazı  ayaza kesti buraları
Oralarda çıplak ayak geziliyor mu mesela,
Ya da sen nerelerde geziniyor, neler yapıyorsun ?
Çok mu çalışıyorsun  hala,
Yine, yine mi bulamıyorsun bir boş zaman?
Bir es zamanı yap kendine hadi, çay demledim sana
Akreple yelkovanın dansını izle, dinlen bir
Çayını yudumla, yüzüme bak ve gülümse,
Sende saat kaç?
 Doğum günümü bir geçti benim bak.
TırTıl

14 Aralık 2012 Cuma

SAN'A

Karalamalar gibiyim ,
Atmosfere yazdığım küçük küçük kelimeler gibi,
Bir orada bir burada.
Yükselip yükselip bir yere düşüyorlar da,
Sen okuyorsun ya...

Az yazabilirim,
Öz yazabilirim,
Yazmaya da bilirim.
Valizim hazır, notlarım cebimde, ruhumu da alıp gidiyorum.
Sendeyim SANma.
Yazmadıklarımı da okuSAN'a

TırTıl


26 Kasım 2012 Pazartesi

AĞLA BENİ


    Sigarasını mı yaşadıklarını mı içiyordu adam belli değil. Bir ileri bir geri voltalar attığı salondan dar bir koridormuşçasına geçtiği, evin, aslında hayatının koridorlarını geçti. Kapısı aralık odanın başında durdu. Söyleyeceği sözleri toparladı, yutkundu ve içeri girdi.
 Kadın boşluktaki gözlerini yine boşluğa bakar gibi ama aslında adamın içini deler gibi baktı. Bacaklarını yukarı çekmiş, tutunamadığı her halinden belli hayata anne karnı huzuruyla yapışmaya çalışıyordu…
    Hazırladığı hiç bir cümlenin yetemeyeceğini hissetti adam. Yutkundu yine. Sözler bu işi çözemeyecekti, belliydi. Tenis oynadıkları günler de öyleydi. Sessiz, sözsüz ama  neşeli günler. Hamlelerini her zaman karşılamıştı kadın. Her türlü ters köşede canını dişine takıp savuşturduğu hamlelerini anımsadı birden, kahkahalar atarak hem de… Güzel kadın güzel oynuyordu. Yenildiğinde sorduğu soruyu hatırladı;
‘Yeniden oynayalım mı ?’
 Bak bu kez aynı hataları yapmayacağımı göreceksin, derdi. Kabul ederdi kadın… Hep kabul ederdi…
   Biraz yaklaştı. Dayanamazdı kokusuna biliyordu. Eğildi önünde. Saçlarına dokundu, gülümseyerek,  gerçekten gülümseyerek fısıldadı.
Yeniden sevebilir misin beni?
   Yeniden oynayalım. Yeniden yapalım.. Yeni bir iş. Yeni bir şehir. Yeni çözümler. Yeniden yeniden yeniden… Daha tuhafları geldi aklına. Eskimiş, yenisini alalım. Atalım, yenisinı bulalım. Evlenelim, yeniden evlenelim. Çocuk yapalım. Olmadı bu, yeniden yapalım. Yeniden mi?
Yeniden sevebilir misin beni  mi:)
Gülümsedi, yüzüne baktı adamın. O zaten seviyordu ki. Sevdiği için istemiyordu zaten, yeniden…
Ağla beni, dedi. Ruhum hala sende, akıt gözyaşlarınla beni dışarı.
    Bedeninin nerede durduğunun hiç önemi yoktu. Esir kalmış ruhunu geri istiyordu kararlılıkla. Ağla beni, dedi  yeniden…
Yeniden sevemem. Ben kendime ağladım, sen de ağla beni.
Kokusu yetmemişti bu kez. Adam ağladı O’nu…

Başlıksız Şiir


Gitmek... Der insan...Nereye?
Kalmak.. Der insan...Nerede?
Ufukta bir gemi görürsün hani…
Beklersin gelecek diye gemiyi,
Alacak seni de hatta , götürecek kendi adana.
Koyamazsın adını,
Ne geminin ne de gideceğin adanın.
Ondan biraz da,olmaması baslıgın..
Yazılan bu siirin..
Onu da sen koy..
Adını sen koy..
-Mış gibi birşey söyle...
De adını sen koy…
TırTıl

25 Kasım 2012 Pazar

SADECE İLHAM

Bu havalara bağlanacak gibi bi bunalım değil, bunalım takılmalarım yoktur, bunalımsam da kendimi bunaltırım ben zaten. El alemle işim olmaz. Herkes kendi bunalımına...

Ama gidesim var demem doğru. İyice bi gidesim var.Manasız kalışıma isyan halim var. Öyle. Ama öyle.

Kalıyorsan adam gibi kalır insan, di mi ama , kadın gibi yani! Ne bu böyle hem buradasın da hem değilmişsin gibi hallenmeler. Kadın dediğin de mert olur değil mi hem? Bende mertlik ne gezer, hem var hem yokum. Hem O' na hem kendime yokum. Yokum diyoroooooommmm.

 Ve işte söyledim açık açık. Bakma önüne, sensiz ölürüm hallerde gibi, bakma öyle, duydun değil mi?
SANA VERECEK HİÇ BİR ŞEYİM YOK BENİM. Sinirliyim evet, olamaz mı, hep böyle kuzu kuzu mu kalayım? Duydun di mi, yok! Yok sana verecek hiç bir şeyim, İLHAMdan başka. Onu da diyen sensin zaten, ben değilim.

Sor kendine hadi sor bi;
Ne zamandan beri, de.
Yorulma, düşünme o kadar, söylüyorum;
Seni o karede gördüğümden beri...
Seni o yalanda gördüğümden beri...
Seni o şişirdiğin pembe balonda gördüğümden beri...
Dışarıdan görünmez sanıp yaptıklarını izlediğimden beri...
O zamandan beri.

28 Ekim 2012 Pazar

Özle-Me

 - Özledim.
- Beni mi?
- Hı hı
- Neden gelmedin?
- Gelemedim işte... İstedim, gelemedim
- O zaman, başka zaman özle, geleceğin zaman özle. Ki anlayayım.
- ...
       Bana özlemi anlat. Nasıl özlediğini söyle haydi. Kokusu burnunda tütmek gibi mi, sesini duymak, birlikte kahkahalar atmak mı? Kalabalıkta bir minnacık göz teması ve hafif bir gülümseme mi?
Konuşmadan söylemek, gözlerinin içine bakıp söylediklerini anlamak mı? Bahaneyle yanından geçip parfüm izini hatırlatmak mı? Söyle nedir özlem, sen nasıl özlersin?
        Düşün, nasıl hissettirirsin özlediğini. Özlüyorsan yanında değil demektir değil mi? Neden peki? Neyi eksik bıraktın da uzaklarda ve neden burnunun direği sızlıyor aklına geldiğinde? Cimri mi davrandın yoksa sözlerinde söyle, sevdiğini anlatamadın mı yoksa?
Kolay olanı lafta kalandır oysa. Seni özledim demenin sığlığında kalacağına kürek çekseydin ya derinlere derinlere. Bak, yok işte. Bak özlüyorsun.
        Şimdi tarif et haydi. Dalgalar yarat. Yarat ki yanına kadar gitsin çarpa çırpa sevdiğinin. Her kimse... Ve özlemeyecek kadar yakınında ol. Ve...
Ve, özleyeceksen yeniden, derin iç çekişlerinle isteyeceksen yanına ve  anacaksan özlemle yine...
Lütfen özleme. 

- Özledim, seni, en çok seni, sadece seni,
 diye başla hadi, başa dön.En başa. Haydi. Belki gidersin de. İstiyorsan tabii...

6 Eylül 2012 Perşembe

Hayatımın Çetin Adamı

Sensin.
Sendin O.
Ve hep SEN kalacaksın.
Seni kaybettiğimin tek avuntusu beni bırakıp gittiğin yerde babamla buluşacak olman, sahi buluşacak mısınız Çetin Amca?
Hiç tanımadığın insanlara anlatacağım seni şimdi ben, sen de oku.
     Zeytin, ömrüm boyunca onun evinde yediklerim kadar lezzetli olamadı hiç. Beni büyüttü diyemem ama ruhumu büyüten olduğu kesin. Dilsiz dillerin anlaşabildiğini gösterdi bana, sevginin dili olmadığını da. Ne ben onu anlayabiliyor ne de o benim kelimelerimi anlamlandırabiliyorken tanıştım onunla. Ben Türkçe bilmez o İngilizce anlamazken. Babamın elinden tutup Türkiye'ye geldiğim o ilk altı ay, neredeyse babamdan başka kimseciklere konuşmazken konuştuğum TEK ADAM.
    Bahçe içinde bahçe bana. Ben ona neler anlatıyordum bilmiyorum ama o hep gülümseyerek dinler ve sıcacık kara gözleriyle bana bakarak ve boy hizama eğilerek bir sürü şey söylerdi. Sanırdım ki sorduklarıma cevap veriyor, mutlu olurdum. Aylar sonra konuşmaya başladıkça ben, ve de anlamaya dilini , kimse deymedi keyfimize. Kızı oğlu vardı yaşları bana yakın, beni de kızları yaptılar. Tok olduğumda bile yemek isterdim onların sofralarında. Ruhumun açlığı tek onların yuvalarında doyardı belki de.
    Yıllar sonra bir film izledim yıllar sonra. Oydu işte tıpkı o adamdı Çetin amcam. Dersu Uzala....
Yaşını soranlara,
 ''Napıcaksın yaşımı evlat, çok yaz çok kış yaşadık biz, çok bahar çok sonbahar gördük, yaş nedir ki? '' derdi. Tıpkı o filmdeki Dersu Uzala'nın aynı soruya '' Çok yaprak dökülmesi gördüm'' diye cevap vermesi gibi.
    Annemi bile yıpratmayan babamın ölüm kaybı, en çok onu derinden etkilemişti ben gibi, hatta ben kadar.  '' Sen de artık bizim kızımız sayılırsın, üzülme bu kadar'' diye avutmaya çalışanlar hiç samimi gelmedilerdi bana. O cümleyi söylemeyen tek kişi oydu,  çünkü ben zaten onun kızıydım.
     Seni hep efkarlı akşamlarında sazını çalarken hatırlayacağım Çetin Amca. Elinde sazın, yanında rakın...
Kırmızı güüüüül demet deeemettt,
Sevda değilllll bir alaaamettt... türküsünü hep senin için dinleyeceğim.

 Belki rakı da içerim senin için. Ağlarsam kızar gibi bakma bana ha, ağlarsam ağlarım.


8 Haziran 2012 Cuma

Yüzün dünyaya yakın mı senin Elfida ?

http://www.youtube.com/watch?v=Qm0bQettihM

Islak TırTıl

 Gece üzdüyse seni , gündüzüne mektup yaz .

Ağlama deli misin , hangi gece sabaha ulaşmadı ki ?

Sen ki gecenin karasını , naranını , harını göğsünde uyutmuşsun .

 Ne bu şimdi indirmişsin süngülerini ,

Ne bu şimdi yere yere bakıyor gözlerin ?

 Suçlu mu sayıyorsun kendini de , bir çırpınma bir dert anlatma telaşındasın .

Ne bu şimdi ?

Ağlamaktan konuşamamayı duydum da ,

Ağlamaktan yazamamak , ne bu şimdi ?

Girmişsin kozana yine , söylemiyor gülmüyorsun ,

Böyle kelebek mi olunur , uyan hadi !

İpeğin içinde senin , bilmiyor musun , ne bu şimdi ?

Bak söylüyorum , yine söylüyorum sana , çık oradan ,

 İpeğini biliyorlar senin , çık oradan çabuk .

Haşlanmadan çık çabuk .

 ( E, hadi ama TırTıl , hadi ama :( )

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir Konuşsa Aşk


Çok çabuk ulaşılabilir olması öldürdü beni .
Sabretmelerin dayanılmaz işkencesinde kavrulmuyorum artık .
Yanıp tutuşamıyorum , yanıp tutuşturamıyorum .
Ruyalar görmesine de gerek yok ki , dilesinde beni görsün .
Hayali beklemelerin ,
Hayali gelmeleriydi hasreti dayanılabilir kılan .
Hasret kalmadığı gibi ,
Hayal de artık , uzak , çok uzak ülkelerde yaşıyor besbelli .
O uzak ülkelere mi gitsem acaba ?
İçin için yanar kavrulurken eski aşıklar ,
Şimdi adeta çifte kavrulma derdinde hepsi
Biri olmazsa diğeri misali ...
İkimiz paylaşamamışken henüz hayatı,
Paylaşım sahaları derdinde garip , sosyal yanıymış yeni hayatın .
Nişan alamamışken daha hayatı ,
Aşkı paylaşımda nişan etmişler , haberim yok .
Vuslat , beklenmeye değerdi ki , beklenmeye değen gelsin .
Çağ değişti naralarıyla beklemeler kısaldı önce .
Zaten beklenen de bekletmiyor sabırsızını .
Ya kaçarsa , ya iriyse balık misali ...
Dallarına kuşlar konuyor diye kızılan telgrafın telleri bile ,
Ayak uyduramamışken bu değişime ,
Yedi haneli bir rakamla ulaşılabilen yarenliklere teslim oldum önce .
Bilgisayacak zannettik önceleri , bizi de yoksaydı , heyhat !
Ya orada elimin altında ,
Ya da burada parmağımın ucunda yaşayacaksın dediler bana .
Ben gittim .
Bir gün dile geleceğimi hiç düşünmüyordun , değil mi ?
Elma desen de çıkmam artık , artmut desen de ...
İmza ; Aşk 


23 Mayıs 2012 Çarşamba

Adamın İyisi

 Durduk yerde öyle bir başlık attım ki , sonunu getiremicem  iyi mi . Kaldım dumursu dumursu işte . Yazacaklarımın da aklımda sıraya girmesi yok mu , tam geçmişim klavyeye . Dağılın , istediğim yerden başlıcam , istediğim dala konucam diyesim var .
   Konu şu ;
Şimdi iş yerinde , evde , okulda farketmez . Ne zaman yemek vakti gelse ve bir kaç kişi olunsa , '' ne yesek '' te tıkanıyoruz .
'' Ya bi pizza söyleyelim'' ciler var en başta , pizzanın yanına da ayran diyecekler diye ödüm kopuyor , iyice soğucam biliyorum kendimi . Bi minnacık kredi vermişim kendisine zaten her kimse , o da gidecek ! O zaman lahmacun iste tam olsun , kok soğansı soğansı dimi !
  Hamburgecilere iyice sinir oluyorum , özellikle iş yerinde ise . Ham ham ısır böööyle , aç bir karış ağzını karşımda ! Bir üşenmedir tutturulmuş , her yer restoran doluyken etrafta . Hoş , birlikte gidilecekse fikir ayrılıklarını da hesaba katmak lazım . O bir yana çekiştirir , diğeri bir yana .
Heh , gelelim sadede . Bir erkek , ne yemek istediğiyle de ölçülür . Kebabçı adamlar , genellikle gömlek yakalarını da çok kapamazlar . Bir iyi yanı mertlikleri dicem ama , onlarında racon kesme huyları var , '' hesabı biz öderiz gardaş '' misali . Kebap biter , çay da içilir hatta , öğle yemeği ise tabii , akşam garanti ocak başı yerlerdir favorileri beyefendilerin . Evlenilir mi onlarla ? Valla bilemem , bazıları sert sever :)))
    Pizzacılar , eğer gerçek pizza seviyorlarsa , beğenmezler öyle Domino's Momino's , bas bayağı Italyan şeflerin elinden incecik pizza nerede yenir bilirler . Bir kırmızı şarap eşliğinde hem de . İyidir bu adamlar , naiftirler . Çıtkırıldım olmamalarına dikkat etmek lazım , hafif efemine bir durumdur ve hiç çekilmezler . İş adamı yeni nesil tipi çoktur aralarında , temiz giyinirler , çoraplarına kadar kalite buradayım der . İyi baba olurlar , abartabilir , siz hamileyken o da hamile gibi işin iyice vıcığı  cıcığına girerler . Babaysan baba gibi ol be , ne o öyle . Doğurucaz işte , vakti gelsin !
   '' Maksat doymak değil mi ya , en yakın yerde yiyelim gelelim'' diyenlerden uzak durun . Yemeğini yer uyur televizyon karşısında onlar ! Zıbarmak misali . Horlayan grup bunlardır , yer uyur .
 Ne ? Nee ? Çok mu kategori meraklısıyım ben ? Hiç bile ! Ne yediği adamın , nereye götürdüğü önemlidir . Giyimlerine kadar da benzeşir halleri . İnanmıyorsanız bi inceleyin , gelin anlatın . Bekliyorum :)

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Su Duydu Sadece




                                           Ben bu gece ağladım .
    Bana böyle oluyor . Hiçbir aksilik tek başına aksileşmiyor bana . Hepsi  yan yana , üst üste geliyor ve hücum ediyorlar sanki . Birini savuşturuyorum .  Birine aldırmaz görünüyorum .  Bir başkasını da hallederim sanıyorum . Hele bir de işin içinde , benden başka etkilenecek , benden  daha önemli insanlar varsa ve çabalarım da sonuçsuz kalmışsa , bana bir güç geliyor , bir güç geliyor , bir enerji  , daha da fazla uğraşıyorum aksilikleri bertaraf etmeye .  Olmuyor bazen işte , ne yapsan ııh .
    Öyle bir ağlamak geldi ki hem de , durduk yerde , herkesin içinde de ağlanmaz ki öyle . Gözlerimin dolduğunu anladığımda , hani olur ya , bir bahane bulmak ister canı insanın , bir sözden etkilenmek gibi … Bir müzikten , filmin bir sahnesinden gibi … Yoktu hiç biri . Ne bir müzik ne bir konuşma ne de bir söz . Hiç biri yoktu , tutunayım da ‘’ gözlerim doldu ‘’ diyeyim . Bütün sözler , bütün ezgiler , dokunaklı her şey , her şey benim içimdeydi . Söylenmemiş  ve hiçbir zaman da söyleyemeyeceğim biçimde askıda .
   En güzelini yaptım . Duşa girdim , açtım suyu . Su üzerimde fütursuzca akarken,  ben de içimdekileri akıttım suya . Suyun sesine verdim hıçkırıklarımı . Su duydu sadece ...   
TırTıl 

11 Nisan 2012 Çarşamba

Uçun Turnalar Barışa Uçun


         
     Turna kuşları yaptım renkli kağıtlardan geçen hafta . Bir iş nedeniyle katıldığım bir konferansta Japonlar da vardı . Bazılarıyla sohbet etme imkanı buldum . Çok tatlı , çok sevecen olduklarını biliyordum ama anlatılan bir öykü ben o kadar etkiledi ki anlatamam . Paylaşmak istedim ...
      Turna kuşu  barışın ve nükleer silahsızlanmanın sembolü imiş . Öyküsü şöyle ;

Sadako Sasake isimli bir çocuk henüz 2 yaşındayken Hiroşima ' ya bomba atılır . 11 yaşına geldiğinde okulda bir koşu esnasında aniden hastalanan SADAKO ' ya doktorlar bombanın etkisiyle vücudunda gelişen bir kan hastalığı teşhisi koyarlar . Bir çeşit kan kanseri . '' Atom Bombası Hastalığı '' da deniyor adına . Hastanede yatarken küçük kıza yaşlı bir kadın turna kuşlarının öyküsünü anlatıyor . Turna , mutluluk , şans , uzun yaşam ve umudu simgeliyor diye başlıyor öyküsüne . Ve Japon efsanesine göre , bir kişi eğer bin tane kağıttan turna yaparsa dileklerinin gerçekleşeceğini söylüyor küçük kıza ... Sadako turnaları katlamaya başlıyor neşeyle , iyileşme dileğini de tutarak içinde . Ne yazık ki 644 turnayı bitirdikten sonra 645. turnayı bitiremeyip ölüyor . Arkadaşları onun eksik bıraktığı 356 turnayı onun yerine bitiriyorlar ...
       Küçük kız , turnalarını katlarken konuşuyormuş onlarla ;
'' Kanatlarınıza huzur yazacağım . '' diye .
İşte o günden sonra , turna , barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesi oluyor ülkede . Arkadaşları para toplayarak Hiroşima ' da bir anıt yapılmasına çalışıyorlar . Barış Parkı 1958 yılında Hiroşima ' da Sadako Anıtı ile binlerce ziyaretçi akınına uğrar . Resmi telefondan çektiğim için pek iyi olmayabilir ama yine de paylaşmak istedim . Ben de yaptığım turnaları orada tanıştığım bir Japon amcaya verdim , binlercesi gönderilenlerin arasına koyup götürecek diğerlerinin yanına . Turnalarım , gidin , uçun Sadako ' nun yanına , çocuklar ölmesin , öldürülmesin de bir de olur mu ... 


      Aynen Nazım ' ın dediği gibi ...
Kaapıılarrıı çaalan benim
Kapılarııı biirerr birerr
Gözüüünüzee göörüneemem ,
Gööze görünmezz öölülerr ...